Emre’nin
sahnesi geldi.
Salon
tamamen sessizliğe büründü.
Çıt
çıkmıyor.
Tüm
gözler Emre’de...
Emre elindeki kurukafayı kaldırıp onunla
konuşurmuşçasına:
- Olmak…
Dedi, ve donakaldı.
- Olmak, olabilmek… Olabilmek ve olmak…
Bir türlü repliğini hatırlayamadı.
- Olmak ve olabilmek, bütün olay bu!
Emre repliğini söyleyemedi, çünkü anlaşılmaz şekilde kendini
dekora kaptırdı. Kostümüne bakıyor, etrafındaki sahnenin güzelliğine bakıyor, elindeki
kurukafa maketine bakıyordu. Sahne dekorunun güzelliğine hayran kaldığı
yüzünden anlaşılıyordu. Ama bir türlü sahnesine giremiyor ve rolünü yapamıyordu.
Ve...
Süre bitti…
Sahneden inmek zorundaydı artık…
Bu gösteri onlar için çok önemliydi aslında. Tiyatro bölümü öğrencileri için her şey bu sahnede gösterdikleri performanslarına bağlıydı. Bu oyun onların son dönemeciydi. Shakespeare'in Hamlet oyununu sahneliyorlardı. Onlar için yüksek bütçeli bir sahne dekoru hazırlandı. Her öğrenci için de bir süre belirlendi. Kostümler falan yıkılıyordu. Muhteşem bir dekor, muhteşem kostümler…
Sahne arkasında Emre hocasına yalvardı:
- Hocam bir şans daha verin. Bakın yapabiliyorum:
“Olmak ya da olmamak, işte
bütün mesele bu!
Düşüncemizin katlanması mı
güzel?
Zalim kaderin
yumruklarına, oklarına
Yoksa diretip bela
denizlerine karşı,
Dur, yeter demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece!
Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları
yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar
insanoğlunun.”
Diye repliğini tekrar ediyordu Emre, elindeki kurukafa
maketine bakarak.
- Maalesef Emre! Süren bitti.
- Ama hocam benim içimde o yetenek var. Siz
de biliyorsunuz.
- İçindeki yeteneğe not vermiyoruz Emre.
Sahnede göstermen gerekiyordu
performansını. Sana ayrılan süre bitti.
SAHNEDEN İNDİKTEN SONRA OYNADIĞIN OYUNUN
BİR ANLAMI YOK!
Artık çok geç...
"Keşke bir hakkım daha olsa, hiç böyle davranır
mıydım?" diye içinden geçirdi Emre.
Hayatımızın her anı bir sahne değil mi aslında?
İşe gittiğimizde patron ya da çalışan rolünü oynarız.
Eve gelince anne, baba, kardeş ya da evlat rollerini…
Hayatın bize belirlediği birçok rol var.
En samimi arkadaş, akraba, halı saha arkadaşı, komşu,
müşteri, esnaf…
Acaba bize ayrılan süre içinde rolümüzü ne kadar güzel
oynuyoruz? Mesela bana bir “baba” rolünü vermişler, ben ne kadar o rolün
hakkını verebiliyorum? Sahi, gerçekten baba rolü bu şekilde mi oynanmalı?
Parasını cebine koyabilmek, istediği ayakkabıyı alabilmek mi o rolün hakkı?
Bir tiyatro oyununa gittiğimizde sanatçının
performansına bakarak değerlendirmede bulunuruz:
- Rolünün hakkını verdi. Ne kadar da çalışmış rolüne.
- Ya ben hiç beğenmedim! Süre bitse de gitsek gibiydi.
Rolüne hiç değer vermemiş…
- Yani ne bileyim, pek karar veremedim. Bir süre güzel
oynadı, sonra seyirciye daldı, dekora daldı gitti…
Kimi oyuncu rolünün hakkını gerçekten verir.
Kendine ayrılan süre içinde mükemmel bir performans
gösterir.
Kimi oyuncu ise işin dalgasındadır.
“Süre bitse de çıkıp eğlenmeye gitsek.” gibidir…
OYUNCUNUN KALİTESİNİ
BELİRLEYEN, SAHNESİNE VERDİĞİ ÖNEMDİR.
Hayat bir sahne.
Birçok rolümüz var oynamamız gereken.
Ama süremiz kısıtlı…
Hiç vakit geçirmeden bize verilen role gereken değeri
vermemiz gerekir.
Rolümüzün hakkını vermemiz gerekir.
Hem ne demişti Emre’nin hocası:
“SAHNEDEN İNDİKTEN SONRA OYNADIĞIN OYUNUN
BİR ANLAMI YOK!”
"Sahneden indikten sonra oynadığın oyunun bir anlamı yok."
YanıtlaSilNe kadar da anlamlı bir cümle... Kaleminize sağlık...
En kıymetli şeyi yani bize verilen süreyi gözden kaçırıyoruz, koca bir ömrü sahnenin dekoruyla ilgilenerek geçiriyoruz… Çok çarpıcı bir yazı olmuş elinize emeğinize sağlık 👏
YanıtlaSilkaleminize saglik
YanıtlaSilSonrası büyük gösteri..
YanıtlaSilÇok etkileyiciydi. İnsanın sahnede ki mutluluğu sunumdaki başarısına bağlı. Bunu henüz sahnede vaktimiz varken hatırlattığınız için teşekkürler…
YanıtlaSil