Kapının kilidini açarken küçük kardeşinin sesini duymuştu. Yine oyun oynamak isteyecek muhtemelen dedi. Tahmin ettiği gibi de oldu. Kardeşini savuşturmak istercesine “Emre çok yorgunum, bana bir müsaade et lütfen, içeri geçeyim” dedi. Bir yandan da annesine seslendi. “Anne lütfen Emre’ye bir şey söyler misin? Bıraksam adım attırmayacak. Arkadaşları yok mu bu çocuğun? Niye sürekli benim peşime takılıyor?” diye serzenişte bulundu.
İki kardeşlerdi. Kardeşi Emre’yle arasında 15 yaş vardı Ahmet’in. Üniversiteden mezun olmuş vakit kaybetmeden iş hayatına atılmıştı. Zorlanıyordu. Vakit yetiremiyordu. Aslında kardeşini de ailesini de çok seviyordu. Fakat kafası hep bir şeylerle meşguldü. Çoğu defa annesinin ve babasının kendisinden yapmasını istediklerini de unutuyordu. Kendisine sorsan dünyanın en yoğun insanlarından biriydi belki de. Bir yandan iş hayatı, bir yandan farklı kariyer planları, bir yandan da kendini yetiştirmek adına aldığı kararları uygulamaya çalışmak derken neredeyse tüm zamanı doluydu.
Elini yüzünü yıkadıktan sonra her zamanki gibi salondan içeri girdi. Balkona dönük duran köşedeki tekli koltuğa oturdu ve balkon kapısından manzarasına denk gelen ağacı izlemeye başladı. Kardeşi annesini bir şekilde atlatıp koşarak abisinin kucağına çoktan zıplamış, elindeki kitabı göstermeye başlamıştı bile. Kardeşi eliyle abisinin yüzüne dokunup onu dürtmese belki de uzun süre dalgın bir şekilde dışarıyı izleyecekti. Kardeşinin başını okşadı ve beraber yere oturup, kitabı incelemeye başladılar.
Aklı yetiştirmesi gereken işlerindeydi. Üstüne üstlük o kadar yoğun olmasına rağmen kendisiyle bir araya gelmek isteyenlere de evet diyordu. Fakat söz verdiği halde ihmal ettiği pek çok mesele oluyordu. Arkadaşlarının serzeniş dolu telefonlarıyla veya annesiyle olan diyaloglarında “Tüh ya! Yine unuttum değil mi?” replikleri artık gündelik konuşmalarının bir parçası haline gelmişti. Bu kadar yoğunluğun içerisinde verdiği sözleri unutuyor olmasının normal olduğunu düşünüyordu. “Aman canım, ne yapayım! Onlar da beni idare etsinler biraz!” diyerek kendini rahatlatıyordu. Ama bir noktayı kaçırıyordu. Olduğu yerin, bulunduğu konumun, üstlendiği rolün hakkını gözetmiyordu. Pek çok şey olmaya çalışırken hep bir yerlerde bir tarafları eksik bırakıyordu. Yetişemiyordu, zaman yetmiyordu. İşe gittiğinde aklı akşamki buluşmasında; programına gittiğinde aklı eve gidiş yolunda; eve vardığındaysa aklı sabahki işlerinde… Sanki bir kısır döngünün içerisindeydi; düşünceleri de bir sonraki adımın peşindeydi. Ruh hali, bilincini yitirmiş ve panik halinde sağa sola koşuşturan bir insanınki gibiydi. Günler günleri kovalıyor ama işler hiç bitmiyordu. Bitmeyecekti de. Ama kendisine verilen süre bitiyordu. Kendisini hem ruhen hem de bedenen yaşlanmış hissediyordu. Yaşamın kendi bünyesindeki dinamiklik, üstüne koyarak bir şeyleri insanın karşısına çıkarıyordu. Kısır döngüde ipin ucu kaçınca da artık bir süre sonra insan önünü görememeye başlayacaktı.
Peki bunca koşuşturma, bunca telaş, bu kadar yoğunluk ne içindi? Olduğun yerin, üstlendiğin sorumluluğu ihmal etmenin; hakkını vermeme ahvalinin sebebi neydi? Sahi, insan neden gelmişti dünyaya? Kendisinden asıl beklenen neydi? Sadece bir evlat olmak mı? Ya da sadece çok iyi bir öğrenci olmak mı? Ya da iyi bir çalışan mı? Veya dünyanın en iyi eşi ya da ebeveyni olmak mı? Tek bir sıfatı taşımak mı mesele? Peki hangi insan sadece tek bir rolüne odaklanarak hayatını dengede tutabilir ki?
Yoksa olumlu sayılabilecek pek çok sıfatı bünyesinde bulundurmak ve hakkını verebilmek mi mesele? Bir çalışan var, ama aklı işinde değil; bir ebeveyn var ama aklı evladında değil; bir eş var ama aklı eşinde değil; bir evlat var ama aklı ebeveyninde değil; hem de onların yanındayken veya işinin başındayken. Böyle bir insanın ilişkisinden hayır gelir mi? Yaşantısının hakkını verebilir mi? Aldığı sorumlulukları gerçekten yerine getirebilir mi? Bulunduğu konuma, üstlendiği sorumluluğa gerçekten odaklanabilir mi? Hayattan ne kadar fayda görebilir? Ne derece başarılı ve mutlu olabilir? Ne derecede etrafına yön verebilir?
Peki nasıl toparlayacak kendini bu insan? Nasıl kıracak o kısır döngünün çemberini? Nasıl dur diyecek ruh dünyasındaki telaşe memuruna? Sakinleşmek mümkün mü gerçekten? Ve üstlendiği rolün hakkını verebilme imkanı doğar mı gerçekten?
Önce yapabildiğinden başlamalı. Yavaş yavaş ilerlemeli. Kendisine biçilen rolleri ya da üstlendiği sorumlulukları doğru algılamalı. Girdiği yerin hakkını verebilmeli. O anda yapılması gereken neyse ona odaklanmalı. Okulunda soru sorabilen öğrenci; iş yerinde mesaisinin hakkını veren çalışan; eşini ve çocuklarını ihmal etmeyen bir birey; komşusunun derdine koşan bir mahalleli olabilmeli adım adım.
Yaşam, doğum ve
ölüm arasında insana verilen bir zaman aralığı. Doğumla başlayan bu yolculuk,
zaman geçtikçe ve insan marifet kazandıkça yeni sorumlulukları da getiriyor.
Bazı sorumluluklar geçiciyken bazıları da kalıcı oluyor. Kalıcı dediğimiz
sorumluluklar da elbet bir gün son buluyor. Mesele insana verilen sürenin
geçici olduğunu unutmamak ve üstlendiği rol neyse gerektiği gibi hakkını
vermek. Her rol, her sorumluluk bir oda gibi aslında. Her bir sorumluluk da
insanın yaşamına eklediği yeni bir oda gibi. Rollerin, sorumlulukların
birbirine karışmaması ve hayatımızın ne kadarını kaplayacağı genelde bize bağlı
aslında. Sınırlarının iyi belirlenmesi ve kapı kilitlerinin de insanda olması
gerekiyor. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru kapıdan içeri girip oranın hakkını
vermek gerek. Konsantrasyonunu olduğu yere verebildiği ölçüde insan adil
davranmaya ve rolünün hakkını vermeye başlıyor. Böylece hayatında başarılı ve
mutlu olmayı daha da hak eder hale geliyor.
“İş yeri mesaisinde kendini veren çalışan olmalı” ne yazık ki böyle olan çok çok az insan kaldı
YanıtlaSilPek çok şey olmaya çalışırken pek az bile olamamak. Günümüze ait güzel bir özet olmuş. Elinize sağlık.
YanıtlaSilelinize sağlık. Zaman daralıyor...
YanıtlaSilHerkes ne kadar yoğun olduğunu açıklamaya çalıştığı bir dönemdeyiz. Koşturmaca bir yere varmadıktan sonra ne işe yarar? Yaptıklarımız amacımızla uyumlu olması dileğiyle...
YanıtlaSilBoş olmanın bir anlamı yoktur, kişi amaçsızdır. Her yoğunlukta amaca hizmet etmez. Bu yüzden zaman kontrolü ve doğru yere enerji harcamak çok önemli.
YanıtlaSilElinize sağlık, zamanın kiymetini bilenlerden olmak dileğiyle...
YanıtlaSilZaman ile süre sanki aynı gibi kulanılıyor oysa belki de farklıdır. İnsana verilen en özel imkan zaman telafisi olmayan zaman ve insan bu zamanı nasıl geçiriyor?
YanıtlaSilZaman uzadıkça kısalan , zamanın kıymetini bilenlerden olmak dileği ile...
YanıtlaSil