Bir zamanlar, uzak bir diyarda, insanları bizler gibi, binalar bizimkiler gibi, bir kasaba vardı. Bu kasabanın en bilge insanlarından biri olan Ahmet Dede, yıllardır insanlara hayatın gerçeklerini anlatır, onların doğru yolu bulmasına yardımcı olurdu.
Bir gün genç bir adam, Ali, Ahmet
Dede’nin yanına gelip içini döktü:
“Dede, dostum dediğim biri bana
sırt çevirdi. Oysa ne güzel dosttuk Beni seviyordu, güzel sözler söyler, ikram
ederdi. Birlikte bol vakit geçirirdik. Ama ne zaman ona ihtiyacım oldu, ortadan
kayboldu.”
Ahmet Dede gülümsedi ve bir taşın
üzerine oturup Ali’ye baktı.
“Evlat,” dedi, “Dostluk, sözlerle
değil, faydayla ölçülür. Sana iyilik etmeyen, sana gerçekten dost mudur?”
Ali düşündü, ama bir şey
diyemedi.
Dede devam etti:
“Bazen dost sandığın biri, gün
gelir düşmanın olur. Çünkü dostluk, sadece güzel sözlerle değil, eylemlerle
kanıtlanır. Gerçek dost, sana en zor zamanında destek olandır. Sana iyi gelen,
sana iyilik edendir. Kendisi için değil, senin için veren kişidir.”
Ali, geçmişte yaşadığı
dostlukları gözden geçirdi. O ana kadar sadece yanında vakit geçiren insanları
dost sanmıştı. Oysa gerçek dostluk, bir sıkıntıya düştüğünde belli oluyordu.
O günden sonra Ali, dostlarını
seçerken daha dikkatli olmaya karar verdi. Artık sadece sözlere değil,
davranışlara da bakıyordu. Ahmet Dede’nin sözleri, ona hayatı boyunca rehberlik
etti.
Ve kasabanın sokaklarında
yürürken her zaman şunu düşündü:
“Faydası dokunmayan, dost
değildir.”
Öyleyse bilmeli ki;
Faydası dokunmayan dostun değil.
Beyanı ne olursa …
Kendine dost olan, bir gün sana
düşman olabilir.
Fayda vermeden de anlayamazsın.
Ancak büsbütün de saçma.
Dost ile düşmanı; iyiliğine
verdiği karşılık ayırt eder.
İyi sana kolay gelen değil ona
fayda verendir.
Kendin için verdiğin değildir.