Allah kimseye eziyet etmez, çünkü zaten eziyet dediğin şey kendinden kendine olur. O zaman tek bir varlık var, başka hiçbir varlık yok ve bu eziyet dolayısıyla kendinden kendine olur. Bu da eziyet değildir, kişinin yaratılış gayesi öyledir, fıtratı öyledir. Allah'ın isimleri vardır ve bu Allah'ın isimleri Kur'an-ı Kerim'de 99 tane geçer. Aslında sonsuzdur insan dediğimiz şey, insân-ı kâmil'dir. Tüm insanların hepsinde bir insan-i kâmil potansiyeli vardır. Ama insan-ı kâmil dediğimiz şey Allah'ın tüm isimlerini açığa çıkartabiliyor olmaktır.
Hakkın
dışında kalan alemler ve içindeki varlıkların tümü Hakk'a göre bir şahsın
gölgesine benzer. Şu hâlde sonradan yaratılanlar, yani Allah'ın dışında kalan
her şey, Allah'ın gölgesidir ve bu tüm alem için geçerlidir. Alem ismini
verdiğimiz Allah'ın gölgesinin düştüğü yer yine alemdir, yaratılmış
varlıklardır. Allah'ın gölgesi varlıkların üzerine düşen gölge ile algılanır.
Bu algı da onun "Ya Nur" ismiyle ışık kaynağı ile gerçekleşir. Yani
bir gölgedir. O, kendisi değildir; ama varlığının bir kanıtıdır ve varlığının
oluşturduğu bir gerçekliktir.
İnsanlar
genelde iyi ve kötüyü görür; ama bazen az da olsa iyinin içinde kötüyü, kötünün
içinde de iyiyi bilgisiyle seçip görebilen insanlar da vardır. Bu bilgi ve
anlayış varlıkta çirkin ve kötünün görünmesini engeller. Buna rağmen kötü ve
çirkinin yok edilmesi de doğru değildir. Çünkü güzelde de çirkinde de Allah'ın
rahmeti vardır. Çirkin güzele göre çirkindir, güzel de çirkine göre güzeldir. Hani
Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti.
Onlarsa "Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile
getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi
yaratacaksın?" dediler.
Allah
"Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim" diye buyurdu.
Bunun üzerine melekler Adem'e secde etti. Meleklerin Esma terkibinin sonsuz
olmaması, belli başlı görevleri olması, o esma terkipleri dışına
çıkamamalarıdır. Ama İnsan-ı Kâmil potansiyeli bütün esma terkipleri açığa
çıkartabilecek kabiliyete sahiptir. Tasavvufa göre her şey kendi seviyesine
geri döner. Özler, bizim orijinal karakterlerimizdir. Eğilimlerimiz, doğamız ya
da yaratılışımız da diyebiliriz. Dolayısıyla çok kişiseldirler. Buna tasavvufta
istidat veya fıtrat adı verilir
Herkes
kendi mizaç, meşrep ve yaratılışına (şakiletihi), benimsediği hayat tarzına
göre bilinçli, amaçla örtüşen niyete dayalı ameller işleyerek bir ömür
geçirir... (İsra Suresi-84. Ayet)
Ayetin
ilk kelimesi "ala şakiletihi"dir. Bu, herkesin bir karakteri olduğu
anlamına gelir. Bu karakterin temeli Allah bilincidir. Herkes kendi fıtratı ne
olursa olsun orada duruyor, bu eğilimin ve kişiliğinin gerektirdiği şekilde
davranıyor. "İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur", halk arasında
yaygın bir ifadedir. Bu, insanda sürekli bir şeyin olduğunu göstermek içindir.
Bu nedenle her şey aynı kalıyor; çünkü bu doğuştan gelen eğilimlerimiz veya
karakterimizdir.
Değişen
şeyler olsa da kazandıklarımız var. Örneğin toplum ve ailemiz bize davranış
modelleri dayatabilir. Kimse vurdumduymaz, güvensiz ve sevgisiz değildir. Bu
nedenle bize sonradan yapışmıştır. Doğal ve güzel olanla değiştirilebilir.
Özler tertemiz ve mükemmeldir.
Her
birimizin yaratılışı benzersiz ve mükemmeldir. Bize düşen görev özgün, saf ve
has olan öz karakterimizin gereğince yaşamak ve keşfetmek. Başka bir deyişle bir
insanı mutlu veya bedbaht eden şey yaratıldığı karakter değil, yaptığı
seçimlerdir. Yaşam akıp giderken ruhumuz yazgısını gerçekleştirmek için yolculuğuna
devam eder. Kader önümüze kapılar açar, biz ne kadar dirensek de ilahi plan
kaderimize yön vermeye devam eder. Bu süreçte yaşadığımız kabulün huzur veya
direnmenin getirdiği öfke bizim seçimimizdir.
👍🏻
YanıtlaSil