Kapı zili çaldığında evde bir çığlık koptu. “Dedem geldi, dedem geldi...”. Çocuklar dedelerini çok severdi. Nasıl sevmesinler ki, tatlı dilli, güler yüzlü, merhametli, tonton bir dedeydi. Akşam yemeği için oğlunun davetini geri çevirmedi. Hali vakti yerindeydi. Yalnız yaşıyordu, sağlığı kendini idare edecek kadar iyiydi. Kimseye yük olmak istemiyordu. Oğlu ve kızı ısrarla yanına almak istese de yanaşmıyordu. “Herkesin kurulu bir düzeni var, Allah güç verdiği müddetçe kendi evimde kalırım, hatta kendi evimde ölmek isterim” derdi. Dışarıdan bir beklentisi yoktu. Beklentisi kendisindendi. İsteği Allah’tandı. Belki de onu sevimli yapan buydu.
Namı
diğer Çaycı Musa’ydı o. Gençliğinde kasabanın çarşısında bir çay ocağı
işlettiği için Çaycı Musa derlerdi ona. Çok sıkıntılar çekmiş, yokluk görmüş,
öksüz kalmış, üvey anne elinde büyümüştü. Yokluğu da, varlığın kıymetini de
bilirdi. O zamanları anlatmayı da çok severdi. Anlatırken hüzünlenir, çoğu
zaman da gözleri dolardı.
Kapıyı
oğlu, gelini ve torunları hep beraber açtılar. Hepsini karşısında görünce
yüzünde güller açtı, gözleri ışıklar saçtı. İçeri girip tek tek kucaklaştılar. Salona
girdiğinde yemek masasının hazır olduğunu gördü. Oğlu hemen baş köşedeki
sandalyeyi çekip babasına yer gösterdi. Ama Çaycı Musa bir an duraksadı, zira
masada yok yoktu. Çeşit çeşit yemekler, salatalar, çorbalar, tatlılar...
Yine
bir an eskiye gitti. “Yaşlılıktan herhalde geçmişi daha çok anımsayıp, daha çok
yad ediyorum” derdi hep.
Çocuklar
yemekleri beğenmiyor, çoğunu yemiyordu. Yediklerini de yarım bırakıyorlardı. Gözünün
önüne kendi çocukluğu geldi. Şehir helvasının, çayın, kahvenin sandıkta saklandığını,
şehirden gelen somun ekmeği tandırda yapılan yufka ekmeğin içine sarıp
yediklerini anımsadı. Yokluk vardı, kıtlık vardı ama üretim de vardı. Sabah
erkenden gün ışımadan tarlaya giderler, akşam geç vakitlere kadar çalışırlardı.
Bollukta da tüketimlere dikkat etmek gerek değil miydi. Onun da dedesi derdi
hep “Kıtlıkta üretimi arttırmak, bollukta tüketimi azaltmak gerek” diye.
Bir an
etraftaki sesleri duymaya başladı.
“Baba,
gözün daldı, hayırdır ne düşünüyorsun?”.
“Tamam
kızım onu yemiyorsun bari bu ye...”
“Onu
da yemek istemiyorum, bunu da, istemiyorum diyorum işte...”
“Geçmişe
daldım oğul yine, geçmişe...” dedi. Sonra “Kıtlıkta üretimi arttırmak, bollukta
tüketimi azaltmak gerek” dedi ve ekledi “Bunu bir ara anlatırım...”