Arhan plastik kılıcıyla savaşçılık oynarken kendini fazla kaptırır;
- Al sana, al sana. Arhan’ı kimse yenemez. Ben yenilmezim! Süper
güçlüyüm. Haydi gelin düşmanlar!
O heyecanla oynarken hızını alamaz ve dedesinin kafasına tahta
kılıcıyla vurur. Dedesinin bayağı bir canını yakar. Oradan büyükannesi “İstemeden
oldu dedesi. Değil mi Arhan? İstemeden oldu değil mi? Hadi, istemeden oldu de!”
İnsanoğlu kendine verilen bir avantajı nasılda dezavantaja
çevirebiliyor;
Bir kadının yeni anne olduğu bir dönemde kendi annesine
yakın olması ne büyük bir avantaj! Yeni anne olmanın acemiliği ve bu acemiliğin
getirdiği zorluklara, deneyimli annesinin yanında göğüs gerebilmesi ne büyük
lütuf. Ustasının kanatları altındaki bir çırak gibi. Öyle ya; kendisi yeni anne
oldu. Deneyimsiz, hiçbir bedel ödememiş, anneliğin çıraklığında. Annesi ise iki
çocuk yetiştirmiş, torun sahibi olmuş. Deneyimli, ödenmesi gereken bedelleri
ödemiş…
Artık çıraklığın getirdiği problemler daha kolay. Bir
ustanın kanatları altındasın…
Ama işte gel gör ki; insanoğlu çabuk alışıyor rahata. Kendi
ödemesi gereken bedelleri yüklenen birisini bulunca hemen dönüp kaçabiliyor.
Bırak çocuğunu annene, sonra da git gezmelere! Kendi
işlerinle ilgilen. Nasıl olsa gözün arkada kalmıyor. İki çocuk yetiştirmiş bir
anne var. Torununa da bakıverir!
Büyükanne ve büyükbaba olmuş kişiler “torun sevgisi başka”
derler. Kendi çocuğuna karşı disiplinli olan, ona sorumluluklar yükleyen o
kişiler, büyükanne ve büyükbaba olunca değişiveriyorlar. Yaşlarının getirdiği
merhamet ve taviz karışımı duygularla olsa gerek, çocuklarında gösterdikleri
yetiştirme becerisini, torunlarında gösteremiyorlar. Birçok taviz, birçok
şımartma… Sonuç olarak ortaya çıkan çocuk, oyuncaklarını dedesine toplatan, her
istediği yapılan, yapılmadığında ortalığı ayağa kaldıran, yemek seçen,
hatalarına değişik mazeretler uydurulan bir çocuk.
- Düştün mü Arhan? Kim düşürdü seni? Bu sehpa mı düşürdü? Bu
sehpa mı? Al sana kötü sehpa, al sana! Tamam Arhan ağlama, bak dövdüm sehpayı…
- Niye dedene vurdun Arhan? İstemeden oldu değil mi. Söyle hadi; “istemeden oldu dedeciğim” de
DTÖ der ki;
Bedelini ödemediğin hiçbir şeye, gerçekten sahip olamazsın.
Ödemen gereken bedelleri başkası öderse, güçsüz, marifetsiz,
dayanıksız bir kişi olursun. Her başarısızlığında, her mutsuzluğunda suçu
başkasında ararsın. Suç sende değil ki, dış dünya suçlu!
- Kötü sehpa! Sen olmasaydın ben düşmezdim. Kötü sehpa!
DTÖ “küçüğü küçümseme” der. O oyuncakları toplamak küçük bir
şeymiş gibi görünüyor. Yapılan hataların sorumluluğunu almak küçük bir şey gibi
görünüyor. Zaten Arhan’da çok küçük, henüz daha 4 yaşında…
Ama işte o küçükler büyüyor;
Oyuncakları toplama sorumluluğu,
Ders çalışma sorumluluğu,
Ödevleri yapma sorumluluğu,
Sınavlara hazırlanma sorumluluğu,
Okulda başarılı olma sorumluluğu,
İşe gitme sorumluluğu,
Kendi paranı kazanma sorumluluğu,
Kendi problemlerini çözme sorumluluğu,
Hatalarının sonuçlarını ödeme sorumluluğu…
Liste uzayıp gidiyor. O küçükler büyüyüp 25’li yaşlarına
geldiğinde, ertelenen o bedeller de artık çok büyük. Ödenecek, birikmiş
bedeller var. Ama Arhan şu anda çok marifetsiz, çok dayanıksız, çok dirayetsiz.
Eğitimlerin birinde “kaç paralık Müslümanlarsınız” demişti
hocamız, sözüne başlarken.
Bir esnaf sattığı malın ayıplı çıkması durumunda onu
değiştirmesi gerekir. Müşteri ayıplı mal ile geldiğinde;
- Tabi abicim. Ne demek! Hemen değiştirelim, şu raftan al
yenisini, der. Malın fiyatı 3,00 lira. Değiştirmekte sorun görmez.
- Peki, o mal 3000,00 lira olsaydı?
- Abicim ne malum senin bozmadığın. Bu malda ayıp olmaz. Bir
bakalım, kullanıcı hatası var mı?
Bu örnekle irdelenen şey, insanların ne kadar baskıya
dayanabildiğidir. 3,00 liralık malda gösterdiği dürüst esnaflığı 3000,00 liralık
malda da gösterebilecek mi? Kaç liralık baskıya dayanacak? Kaç liralık baskıda
gevşeyecek?
İnsanların ödediği bedeller insanı dayanıklı yapar.
Marifetli yapar. Dış dünyaya muhtaçlığını azaltır. Baskıya karşı dayanıklı
olur. Bir şeyi kaybettiğinde çok üzülmez, kahrolmaz. Zaten zamanında kendisi
kazanmıştı, yine kazanır. Niye kaybettiği hakkında da irdeleyerek hatalarının
farkına varır. Böylece bir dahakine aynı hatayı yapmaz. Biz buna ‘deneyim
çıkarma’ diyoruz. İnsan deneyim çıkardıkça gelişir.
Anne baba olmak çok özel, çok kıymetli bir şey. Çocuk
yetiştirmekte öyle. Çok kıymetli. Bu kadar kıymetli bir şeyi başkalarına
yüklememek gerek. Anne-baba olmanın gerektirdiği bedelleri ödemek gerek. Çocuğa
bedeller yüklemek gerek. Ki böylelikle marifet kazanılsın ve güçlenilsin…
BEDEL ÖDEYEN
GÜÇLENİR,
BEDEL ÖDEYEN
MARİFELENİR.
Anne baba olarak çocuğu büyütmeye o kadar konsantreyiz ki yetiştirmek, model olmak, ona birşeyler yaparken de keyif alınabileceğini öğretmek konularında yetersiz kalıyoruz. Hatta belki çoğumuz yetiştirmek ve büyütmenin farklı olduğunu düşünmedik bile. Çok güzel farkındalık uyandırıcı bir yazı olmuş , teşekkür ederim 👏
YanıtlaSilBir anneanne olarak yazının başı ile çok eşleştim. Sonrası biraz ürküttü. Evlatlarımız tam hayat telaşının ortasında doğunca onlarli yeteri kadar sevemediğimizi düşünüyoruz. Torun olunca da onlara veremediğimiz sevgi ve ilgili torunlara vermeye çalışıyoruz. Kaçırdığımız noktalardan biri de "yetki kimdeyse sorumluluğunda onda olması. Bizler torunların annesi yada babası değiliz. yetki ve sorumluluk anne ve baba da .Sadece tıkandıkları yerde destek olmamız gerekiyor. Bunu başaramıyoruz zannedersem.
YanıtlaSilİşleyen demir ışıldar👏
YanıtlaSil